16 Mart 2012 Cuma

gen...

kalabalık bir kasabada
şerifi zehirleyen at kaçarken
nallarından birini düşürmüş.
ve dünyamıza hafif dozda öksürmüş
o nal kime uyarsa şansına savcı atayıp
hayatını kutsayacağız
sözde bir heyecandan
gözde bir izbeye kaçıp
ağızlarımızı açacağız.
suç işlemeye meyilli tümceleri kanatıp
başımızı eğerek

yere çarpan nalın sesi kulaklarında küpeyken hala
asyalı arıların,
kanat çırpan bir zamanda,
balın özünü, anın özüne çalıp kaçacağım aranızdan.
ve tatlıya bağlayacağım asrı
bir nevi nalları dikip
öyle röntgenleyeceğim geçmişimden gelmişimi.
kuyruk yaralı bir düşün
burkulan bileğinden kayarak
ve
gelmişime geçmişime söverken
birazda hüsrana uğrayarak

hayat tek bi vuruşluk
ve tek bir vuruşla açıklanamayacak kadar çok tekme yemiş
bir yuvarlanım biçimidir.
algıları açan şey çoğu kez acı
ama çoğu kez de hayatın hazzı
ve "dahi" anlamıdır.
yani sevme biçimidir.

-insan doğarak ilk tokatı atıyor yaşama.
yaşam zamanla tokatlıyor adamı-
süreçlere alışmak değil süreçleri anlamak şiarıyla
sürünebilmekte güzel
beş tazının üç kuruşluk dergahında

tatlı dilli bir yozluğa terkettiğim amacımın arkasından konuşup
kınadım kendimi
hünerin alnına çivisiz çaktım o on bir leşi..
ki biri de bendim.
ben en erken ölendim
hey
öl ironik fahişe! diyen
bir dini yetimden geri aldım haysiyetimi.
bu intiharla

.. mahrumiyeti,
mahremiyet sanarak meme uçlarını kederle yalayan kuzu,
sürüden ayrıldığında uçurumu fark etti.

akıl yası,akıl yaşınının yanaklarından sıkıp
ömür haneme bir ölümsüz ekledi
geveze dilim yumrukluyor bak hücresinde bir şiirin
her bir heceyi
ve ben silah sesleriyle bir olup
garip trajedimin fiiline zerk ediyorum anksiyetemi.
artık yüksek sesle gülümsüyorum örneğin
tipsiz bir hapishanenin duvarlarını yeni baştan çizerek

ambargoda bir yaşamın sırçadan aynaları,
hepimizi biraz daha iştahlı gösteriyor
ve ardından
kaslı bir haziran sıcağı sarıyor etrafı
okyanusa kaçarken
susuzluktan ölüyoruz

kurulması beklenen bir kaç cümlenin
belkili, yadalı,radarlı ünlemlerin
erkenden sonunu getirmek için
ölüyoruz

"bir at,dört nal,sekiz kahkaha" diyor sonra bir ermiş doksanların başında.
noksanların sonuna doğru.
nispi disiplinde bir rekora koşarken insan
cezaya kalıyorum
seksenden dönen sivri uçlu ve naif bir cetvelle ellerime vuruyorsunuz
yetmişlerin ortası
ya da seksenlerin başında
başı sonu aynı tarih aslında..

çok dinlemiş gençler
yıllanmış hikayeleri
o yaşlı dudaklardan
ve yılları karıştırıp eyer yaşıyla kendi tarihlerinin sırtına binmiş..

bu durumda silip suretimi tüm kutsal kitaplardan
bana ait olmayan bir avuç toprakla öpüşeceğim
kıstırıp kirpiklerimi,zamanın göbeğinde dövülerek
darbe olup
yaşım gökten başınıza düşene dek üstelik

gurme, görme, olma ...

bir nevi ..lerden..türevlerine kocaman bir uzayda 'hangi zamana asılıp, hangi asra kayarsak kar'..diyerek müziğin sesini açtım.

dilimin yalanında kıvrılan ve her bükümüyle üçüncü sınıf bir fahişeyi andıran söz anlamını yitirirken,içimden bağışladığım her tanrının huzurunda ihanetten soyundum ve katilimle dans ettim tüm ayak hareketlerini şaşırarak ...terimle birlikte memelerime akan günlerin sancısıyla.

sırf birini anlamak için sarfedilen onca lafın gölgesine sığınıp unutur gibi yaptım oysa hayat hatırlar gibi yaptıklarımdan ibaret.

bir kaç insan unutup bir kaç anıya asıldım. sessizce... merhametin kadife evinde sırtımı sıvazlarken üşüyen ellerimi,titrek bir ateşin sıcağına bağışlayıp ...sonra da

yok olduğumuz, yok olduğumuzu sandığımız o yegane ve sırnaşık zamanda,varlığımızı sınadığımız boşluğun, teslimiyetin eşiğinde uslu bir çocuk gibi oturmasını izledim.

hilebaz saatlerin kıskacında, kendimizi evrenle birleştirip hayatı dönüştürmeye kalkıştığımız mahçup bir hizayla sıralanmış gibiyiz.

lanetlenmiş, sürülmüş ve terk edilmiş, yalnızlığın kutsal taşlarına el basarak üstelik.

masumiyeti ya da mağduriyeti sorgulamakta nerden çıktı….
O hileli ve adi hikâyelerin bir parçası gibi… Yaşamın satır başlarında olmasa da en son satırına ait olmayı isteyerek.

ateşe verilen bir cadının koynunda sakladığı nefes evrene çığlık üflerken içimde ki ses başkalaşarak dudaklarıma bir yabancı gibi yapışıyor.

merhaba.
tanımıyorum.
tanımadığıma yemin edebilirim

hiçbireyerden merhaba

*döşekte uzanır kalır ve saatleri sayarım; etrafta, kendimi mahvetmeye çağıran aletler, nesneler. çivi fısıldıyor bana: kalbini del, çıkacak azıcık kan seni ürkütmemeli. bıçak laf dokunduruyor: ağzım şaşmazdır: bir saniyede vereceğin kararla sefaleti de utancı da alt edersin. Pencere, sessizliğin içinde gıcırdayarak tek başına açılıyor: yoksullarla sitenin tepelerini paylaşıyorsun; atlasana, açılmamın değerini bil: göz açıp kapayıncaya kadar, kaldırım taşının üzerinde, hayatın anlamı ve anlamsızlığıyla beraber pestilin çıkacak. Bir ip ideal boynu bulmuş gibi, yalvarıcı bir gücün tonuna bürünerek dolanıyor: seni daima bekledim; senin korkularına, yılgınlıklarına ve hıçkırıklarına şahit oldum; buruşmuş örtülerini, kudurmuşluğunla ısırdığın yastığı gördüm; tanrılara taltif ettiğin sövgüleri işittim. Merhametli olduğumdan senin için üzülüyorum ve sana hizmetimi sunuyorum. Zira şüphelerine bir cevap ve ümitsizliklerinden bir kaçış bulmaya burun büken herkes gibi, sen de kendini asmak için doğmuşsun...

*Maddenin dışında, herşey müziktir: Tanrı bile sesli bir halüsinasyondan başka şey değildir....

*Azizlik beni tir tir titretiyor: Başkasının mutsuzluklarına öyle karışmak,
hayırseverliğin o barbarlığı, o TEKLİFSİZ merhamet...

*Hayat: koordinatları belli olmayan bir alan üzerinde kopartılan patırtıdır, evren ise sara hastalığına tutulmuş bir geometri...

*Hayat, maddenin romanıdır...

*Kendime sayısız ilah uydurdum, her tarafta bir sürü sunak diktim ve bir Tanrı kalabalığı önünde diz çöktüm… Şimdi tapmaktan bezdim, payıma düşen sayıklama dozunu har vurup, harman savurdum… Nereden geldiğimi artık söyleyemem… Tapınaklarda inançsızım, sitelerde coşkusuzum, hem cinslerimin yanında meraksızım, yeryüzünde kesinliğim yok… Bana belirgin bir arzu verin ve dünyayı alt üst edeyim… Her sabah bana bir diriliş komedisini ve her akşam mezara giriş komedisini oynatan, ikisi arasında da can sıkıntısı kefeninin azabından başka hiçbir şey yaratmayan o fiiliyat utancından kurtarın beni… İstemeyi düşlüyorum ve her istediğim bana paha biçilmez geliyor… Melankoli tarafından kemirilen bir Vandal gibi, bensiz ben, hedefsiz yol alıyorum bilmem hangi köşeye doğru… Terk edilmiş bir Tanrı, kendisi de tanrıtanımaz olan bir tanrı keşfetmek ve onun son şüphelerinin ve son mucizelerinin gölgesinde uykuya dalmak için…

*Kökleri küçük düşürücü olmayan, sebepleri icat edilmiş olmayan, arzularla ortaya çıkmış mitoslara sahip olmayan tek bir berrak ve şeffaf hayat var mıdır?... Her tür yararlılıktan arınmış fiil nerededir?... Akkorluktan tiksinen güneşte mi?... İmansız bir evrendeki melekte mi?... Yoksa ölümsüzlüğe terk edilmiş bir dünyada ki aylak solucanda mı?...

İçgüdüsel olarak putlara taptığımızdan, düşlerimizin ve çıkarlarımızın nesnelerini kayıtsız şartsız şeyler haline getiririz...

"Gözleri içine düşmüş kırık bir kukla gibiyim." Bir akıl hastasının bu lafı, içebakış üzerine olan eserlerin tamamından ağır basar.

avestadan koparılan iyilik

fareli köyün kalaycısı
vaazına dünya dolayıp
uçurum ekledi gözlerime...
tek tek düştü tanrılar
tek tek vurdum hepsini.

isimsiz şehirlerden başladık yakmaya sözcükleri
hanelerimize hücre sızdıranlar,
kalplerimize esarette ekledi.

riyanın densiz çölünden
akrep çalıp
kuyruğuna yalan bağladım.
ateş çemberine sokup aklımı
her sayfada altını çizdim ben'in
geçmişin urganıyla dolandım..

dilsizdim
bir uçurum daha dizip aklımın yamacına sigara içtim

bir kaç kulaçta hissedip varoluşu
evrenin bakir vücudunda acı aranmak gibi
kalaycının güğümünden fare aşırdım...
gün günü kovaladı
bir kaç kaçak hayat sakladım.

kemik seslerinde dans eden hazin neslin
kulağına küpe kaçırdım belki
ehrimen avucuma tükürüp
saçlarımı okşadı
kaygan düşlerden,
ağız dalaşları topladım.

lösemiliğimiz baki kaldı kralın çıplağında,
dolayıp zamana saçlarını
ihanet ince ince örüldü
postuna dost diyen dilin hain yüzü çözüldü
ilk dudakları akmaya başladı
defter defter....
dizi dizi
artık her din tanrının dekoltesi....

oysa nefes alarak bile
şarabilerin altın dalından
her gece bir yıldız düşürdüm,

biri ahura mazda'ya

ve

soluk benizli eskimiş bir akşamdan, ankara'ya

sana da....

deliliğin karekökünü alıp aklımın karekökünü bulmak

devir çıplak çıktığı sahnelerden yapay kürklerle inen kazlarla dolu...

sadakat artık marjinalite dostum... birine ya da bir şeye. eski kafalıyım oysa ben. saçlarım dökülüyor ve artık bembeyaz. sadakat kadar beyaz. sadakat kadar dökülürken

herkes çok kalabalık, herkesin çok kalabalık olduğu bir zamanda ben daha da kalabalığım..ben daha da kalabalık olunca payıma düşen küçücük dünyanın oksijeni yetmiyor hiçbirimize.

biraz gidin ya da ilerleyin.
ya da beni aşağı itin.

kafa sayısı fazla lakin kimsenin yüzü yok. gözleri eksik. lafları ezber.. dişleri ..tamam o kadar fazlayız ki. gözden düşen yanlarımız göze çarpmıyor.

çelimsiz bir duyguyla kendimi takip ediyorum. her hangi bir testisoğlanı canımı sıkmadan kılık değiştirip yine kendimi takip etmeliyim. öndeyim..arkadayım.
bir önde-bir arkada

şefkatle tatlandırılmış yüreğimi hiddetle taçlandırıp toplum soslu vicdanımı sofraya servis ettim. pek yemediler. herkesin karnı tokmuş bu toy oyunlara. bu toy oyunlarda yaşlanan insancıklara da.
yapmayın. yeniden acıktığınızda tekrar konuşalım bunları...
ben bir vicdan öndeyim.
ben bir vicdan sondayım

bana kur mu yapıyorsun yoksa diyor kimle konuşsam.
DOLAR
EURO
STERLİN
FRANK
YEN
RIYAL

evet sana kur yapıyorum...laflarıma karnı tok olanların açgözlü dünyasına parmağımı basarak.

hangi para birimi yaşadığımız bu soysuz dünyaya tin ekleyebilir dedim..
kesicem ilişkimi bana neşter getirin.

herkesin herkesle kurlaştığı bi piyasa da kendimi bozdurmaya kalksam beş para etmem

beş para etmeyen beş parasız beş yaşında bir çocuk gibi ağlamaya başlamadan önce lenslerimi takmalıyım..
beş para etmeyen beş parasız beş yaşında bir çocuk gibi renkli bir dünyanın kapısını kırabilmek için belki de.

orta ateşte kısık şiddetle büyümek...kendi suyunda kaynayınca olacaksın diyenlerin ağdalı ağızlarına yapışan bir kaç nasihatla üstelik. açıkcası umursamıyorum

akıl yürütme organım devre dışı.

her sabah uyandıktan sonra biraz esneyip biraz keyif yaparak kalan sürenin birbölüikisiyle herkes gibi olmamaya çalışmak cidden çok yorucu değil mi.

16 Ocak 2011 Pazar

Erkan Oğur Seher Yeli


nasıl bir huzur bu tını,
nasılda yakıyor içi.
şaşırmıyorum oysa.


Zeynebim - Erkan Oğur

evvel zaman içinde...

bir cigara yakıcam ulan bu gece...
o beni yakmadan ...

gerçek güzellik

haydaa !
bide sen çıktın şimdik başımıza...
az sağa çek bakim....
bir de şarkı mırıldan inceden...
heh şöle bi ses verde;
çığırtkan güzelliğini görelim...

kokan kararsızlıklar avamı

sadece kimya meselesi bu hiçlik.
son demde kokan şehvet kurgusuna yandan bir bakış.
girdik bir kere napalım.